30 Temmuz 2016 Cumartesi

Alışmak

Bence birinin  "sesin beni mutlu ediyor, bi sesini duymak istedim" diyip araması, "ne zamandır görüşemiyoruz" diyip buluşmak istemesinden çok daha mutluluk verici. Durup dururken sesimi duymak için arandığım, hani sesimin bile yetmesi.... Nasıl bir samimiyettir bu bilmiyorum. Bazı duygular tarif edilemez ya , heh bu o. İnsanlar o kadar alışmış ki telefonlaşmaya, anlık kararlarla görüşmeye. Bazı değerler yerini alışılmışlıklara bırakmış. Alışmak hiç bu kadar kötü olmamıştı. Farkındalıklarımız azaldı.

28 Temmuz 2016 Perşembe

Anı yaşa

Ağzının tadını bilen insanlar lazım. Şöyle sabah kulaklığını takıp deniz kıyısında yürümek için uyanan , geçerken bir simit alıp keyfine kaldığı yerden devam eden. İşte demek istediğim bu. Hayatın tadını çıkararak yaşamak , iliklerine kadar..... Arabanın dışında oturan arkadaşlarına katılmadan içeride açtığı müziğin gitar solosuna kendini kaptıran. Yaşını önemsemeden deniz kıyısında yuvarlanıp gelen dalgalara doğru atlayan. Sesinin güzel olmamasını umursamadan çılgınca şarkı söyleyen. Langırt oynarken yerinde duramayıp ordan oraya zıplayan. Küçük mızmızlıklar yapıp çevresini kahkahaya boğan. Düştüğü komik durumları durmadan hatırlatıp kendi kendine gülen. Yaşıtları voleybol oynarken yanına gelen 4 yaşındaki çocukla kumdan kale yapan. Kendi olan insanlar.Tüm ihtiyacımız olan şey bu. Bu yemeğin ana malzemesi tadını çıkarmak, belki seneler sonra içinde bulunduğun günleri gülerek hatırlamak. Anı yaşa.

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Çevre

Neye göre yaşıyoruz yada kime göre. Hep şu algı beni rahatsız etmiştir " çevre ne der". Özellikle dişiyseniz bu tarz tabirleri hep işitirsiniz. Çevreye bağlı yaşamak insanı yapmak istediklerinden hedeflerinden soğutur kesinlikle. Gününü mahveder, yaşadığı yaşacağı anları hep bir endişeyle doldurur.Hep merak etmişimdir. Bu algı ne zaman peşimizi bırakacak? Hiçbir zaman . Hep üstümüze yapışan bu "çevre" hep üstümüzde kalacak. Ailemizin göz yumduğu bizim göze aldığımız çoğu eylem son bulacak. Nedir bu eylemler? Misal saat 12 de evde olmak, bir tatil beldesinde. Etrafındaki erkek topluluğu senin beraber büyüdüğün kitle olsada , "çevre " hep bunu ayıplayacak. Ayıp bişey yokken ortada. Anlam veremiyorum çünkü sahile arabanı çekip vampir-köylü oyunu oynayan bir topluluk ne gibi bir ayıp davranış sergileyebilir? Tek bir cevap var; önyargı. Önyargı insana herseyi yaptırabilir. En can alıcı şey işte bu. İnsanların bilmeden savurduğu yargılar. Belkide hiç tadamadığı şeyleri başkasında görmek, görmediği adetlerle o ilk tanışma. İşte tüm bunlar hayatın bizi zorladığı o evrenin başlangıcı. Çevre baskısıyla sürdürülen hayatın.

23 Temmuz 2016 Cumartesi

Adın gerçekten senin mi?


Birisi ansızın senin adın ''..'' olmalıymış deseydi ne derdin?  Heh işte bugünün konusu.Nasıl mümkündür? Adı Merve olan birine Mine adını uygun görmek, Ceyhun'a Hikmet, Selçuk'a Savaş...Kafamızda kurduğumuz bu etiketler anılardan mı ibaret kişilerden mi ? Eğer anılarımız bize bunu yaptırıyorsa nasıl oluyor da ismini verdiğimiz kişiyi tanımlayamıyoruz. Savaşı, Hikmeti, Mineyi. Nasıl oluyor da tanımadığım kişileri başkalarına uygun görüyorum. Kişiye göre değişmesi bir kenara çoğu insanın bundan haberi bile yok. İsim yakıştırmaya devam ettiğimde şaşkın ifadelerle bana bakan arkadaşlarım var... Bu konunun ucu öyle açık ki ne yazık ki kesin bir cevap yok. Çok yakın bir arkadaşım ile bu konu hakkında uzun uzun konuştuk ve bana şunu söyledi. ''Bu aynı kırmızıyı birine sormak gibi, herkesin kendine göre bir tanımlaması vardır, kimisi de kırmızıyı bilmez''

Girişkenlik mi? Cesaret mi?


Girişkenlik mi ? Cesaret mi? yoksa ikisi de mi?. Bana çok girişken olduğumu her ortama uyum sağladığımı söylüyorlar yalanda değil. Çoğu zaman çekinmeyi bir kenara bırakıp cesaretli olmak gerek. Hayatımızda keşkelerin yeri olacak elbette ki ama ben denediğim için keşke demeyi, denemediğim için keşke demeye yeğlerim. Her keşke bir deneyimdir bunu yaşadığım bir çok anı var bununla ilgili şimdi bir tanesinden kısaca bahsedeceğim. Gittiğim bir tatil beldesinde langırt oynayan bir topluluğun arasına girip ''bende oynayabilir miyim?'' demiştim ve sonra o çocuklardan biri benim çok iyi bir arkadaşım haline gelmişti.Eğer o gün o cesareti göstermeseydim bu insanı hayatıma sokmuş olmayacaktım oysaki her insanın hayatımıza kattığı bir değer vardır öyle değil mi... Bence de öyle.. Şu önyargı var ya, aslında çoğu insanın problemidir bu. Bir mekanda  full time çalışan bir elemanın aslında üniversite öğrencisi olduğu, hızlı okuma kursuna gittiği hatta ingilizce seviyesinin gayet iyi  olduğunu veya çalıştığım mağazadaki güvenlik abimizin çok güzel şiirler, hikayeler yazdığını ve her yabancı müşteri geldiğinde bana bazı ingilizce kelimelerin anlamlarını sorduğunu gördükçe insanların görüntüden ibaret olmadıklarını görüyorum. Görüntü dediğim aslında ilk bakışta akıl edemeyeceğimiz fakat zamanla öğrendiğimiz gerçekler...  Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi, düşüncelerin soluk ışığı bulandırıyor yürekten gelenin doğal rengini.. demiş Shakespeare.

12 Temmuz 2016 Salı

Aynı kitabın altında


Yakın zamanda fark ettiğim bir şeyi paylaşmak istiyorum. Eskiden hatırı sayılır sayıda okuduğum kitaplarıma nazaran şu birkaç senede hiç zaman ayıramadığımı fark ettim. Bununla ilgili bir toplumsal sorunumuzda var tabiiki olmaz mı.... Yakın zamanda yaşadığım bir olay ile başlamak isterim. Elimde paracard ile dolandığım şu birkaç günde nakit param kısıtlıydı.Yazlığımızın bulunduğu çevrede bir kitapçıya rastladım. Almak niyetinde olduğum birkaç kitapla ilgileniyordum fakat alışverişimi kart ile yapmak durumundaydım ama malesef ellerimde kitaplarla ödemeye gittiğimde pos cihazının daha gelmediğini öğrendim. Garip bir şekilde kibar abimiz ''al götür sonra verirsin sorun değil'' demez mi? Aynı şekilde birkaç sefer daha uğradım ve hala gelmediğini öğrendim. Bu süreç içerisinde kitaplarım bitiyor ve yenilerine ihtiyaç duyuyordum. Abimiz'e öbür gün döneceğimi, ancak 2-3 hafta sonra gelebileceğimi söylediğimde, ısrarla benden para almadı, ''gelince verirsin'' dedi. O gün naktimi bir şekilde toparlayıp abiye verdim. Bozuklukları tekrar sayıp emin oluyordum ki ''çıktığı kadar. Sayma'' demişti. Şaşırdım çünkü günümüzde kim bu şekilde davranıyor?. Gelelim yazlıktaki son günüme, yeni kitap almak için tekrar gittim iki kitap seçtim ve pos hala gelmemişti. Abi tekrar rahat tavırlarıyla benden para almamakta ısrar etti. O gün ben ödedim tabiki ödemesine birde bana 20 tane kitap ayracı uzattı.. kullanırsın al... Abi ne yapıyım bunları?. Gelelim toplumsal sorunumuza. Şimdilerde anlıyorum bu güzel abimizi. Para verme yeterki oku. Babamdan öğrendiğim kadarıyla emekli öğretmenmiş.Kitaplar çok ucuzdu ama anladığım kadarıyla pekte önemi yoktu... Kitapların dudak uçuklatacak fiyatlara satılmasına tamamen karşıyım, fiyatına bakıp almadığım birçok kitap olmuştur yoksulumuz ne yapsın?. Keşke her yerde bu abiden olsa da kitabını okumaktansa filmini izlemek alışkanlığı ortadan kalksa. Allah aşkına kitaptan bahsediyoruz?

Simitçiiiieğğğ


Güneşin vücuduna değdiğinde verdiği o his. O hafif esintinin yüzüne çarpması. Simitçilerin sesleri. Yazın tanımıdır benim için. Basit ama anlam dolu. Şu an gölgede uzanmış kulağımda kulaklık , doya doya yaşıyorum sahilimizin güzelliklerini. Görüş açımdaki koyu yeşil , kahverengi karışımı daglarla , mavi beyaz pamuk helva bulutlar huzur veriyor. Diyorum ki bir de çayım olsa..... Dediğim gibi hayattan zevk alarak yaşamak için herşeyin tadını çıkarmak gerekiyor. Sahile inmek için illa denizi sevmen gerekmiyor yani. Sadece zevk almayı bilmen gerekiyor....